• Cancel
    Filter
Filter

MÜZELİK ve KOLEKSİYONLUK ESERLER MÜZAYEDESİ | 24

Lot: 1 » Porselen

OSMANLI 19.YÜZYIL “HIDİV” VÂLİDE PAŞA PRENSES EMİNE’YE AİT PORSELEN FİNCAN

19.Yüzyıl. Osmanlı. Hıdiv. Vâlide Paşa Prenses Emine’ye ait. Estetik ve zarif tasarıma sahip porselen zarf fincanının merkezinde üst düzey fırça kalitesinde tatbik edilmiş “Hıdiv Saltanat Arması” ve “Emine” ibaresi yer almakta. Altın yaldız bezemeli ve altın yaldız konturlu. Prenses Emine, “Prens İlhami Paşa”nın kızı, “Hıdiv İsmail Paşa”nın gelini, “Tevfik Paşa”nın eşi ve “Abbas Hilmi Paşa”nın annesidir. İstanbul Bebek’teki Hıdiva Sarayı / Vâlide-i Hıdiv Yalısı’nın da (günümüzdeki Mısır Konsolosluğu) sahibi olan Prenses Emine (Emine Necibe Hanım) Valide Paşa olarak anılırdı. Kavalalılar Hanedanı’nın tarihteki en asil, en zengin ve en saygı duyulan hanım üyesiydi. Fevkalade kondisyonda. Osmanlı Hıdivi’nin yüksek zevkini gözler önüne seren, sahibi açısından büyük önem arz eden, ele geçmez gerçek koleksiyonluk eserdir.

Ölçüler: 4 x 5.5 cm.

Kavalalılar Hanedanı, 1805-1953 yılları arasında Mısır'ı yöneten Türk ailesidir. Sultan III.Selim Han’ın vezirlik rütbesiyle Mısır valisi tayin ettiği Mehmet Ali Paşa tarafından kurulmuştur. Hanedanın başına 1863’te geçen Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa 1867 yılında Sultan Abdülaziz tarafından, Büyük Fuad Paşa'nın isteği üzerine Hıdiv ünvanını almıştır. Hıdiv, Sultan Abdülaziz zamanında Mısır valilerine verilen ünvandır. Mısır valileri, sadaret pâyesine haiz oldukları için bu ünvan verilmiştir.

Hıdiv ünvanı, Sultan Abdülaziz zamanında Mısır valilerine verilen ünvandır. Sadrazam hakkında da, hürmet ifadesi olarak kullanılırdı. Hıdiv; Arapça'da büyük vezir, baş vezir, hakim demektir. Mısır valileri, sadaret pâyesini haiz oldukları için, bu unvan verilmiştir. Mısır Hıdivleri protokolde şeyhülislam ve sadrazam ile aynı derecede idi. Aynı toplantıda bulundukları zaman sadrazam ve şeyhülislamdan sonra hıdiv yer alırdı. Hıdiv ünvanı ilk olarak 8 Haziran 1867 yılında Sultan Abdülaziz tarafından, Büyük Fuad Paşa'nın isteği üzerine Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'ya verilmiştir. Mısır vâlileri, İsmâil Paşanın Sultan Abdülazîz Handan aldığı fermâna dayanarak, 1914'e kadar bu ünvânı taşıdılar. Mısır hıdivleri; İsmâil Paşa ile oğlu Tevfik Paşa ve torunu İkinci Abbâs Hilmi Paşa olmak üzere üç kişidir. Hıdiv ünvanı İngilizler tarafından, 19 Aralık 1914 yılında Osmanlılar'dan Mısır'ı almaları sonucunda kaldırılmıştır.

Details
Lot: 2 » Gümüş

OSMANLI 19.YÜZYIL “SARAY İŞİ” ALTIN VERMEYLİ GÜMÜŞ MİNELİ ÇİFT ZARF

19.Yüzyıl. Osmanlı. Saray işi. Çift. Osmanlı Rokokosu üslubunda tezyinatlı. Yüksek kaide üzerinde yer alan gövdesindeki madalyonlara floral kompozisyonlar çalışılmış, etrafı asalet armaları ile zenginleştirilmiş. İç ve dış yüzeyi zengin altın vermeyli. Haliyle. Osmanlı'nın yüksek zevkini gözler önüne seren, türünün son derece estetik ve koleksiyonluk örnekleridir.

Yükseklik: 8 cm.
Çap: 6 cm.
Ağırlık: 68 gr.

Zarf, bir nesneyi sarıp çevreleyen, koruyup taşıyan demektir. Zarflar Osmanlı'nın estetik ve zarafetini en iyi gösteren örneklerdendir.  Osmanlı Saray Hazinesi'nden günümüze ulaşan kahve kültürüne ait birçok eser mevcuttur. Bu eşya arasında özel üretilmiş zarflar ayrı bir yere sahiptir. Büyük çoğunluğu gümüş, tombak, Süleymaniye işi mineliler ve murassa olanlardır. Osmanlı döneminde kulpsuz olan küçük boyutlu porselen fincanlar, zarfların içine yerleştirilir ve kahve bu şekilde içilirdi. Fincan zarfları, kahve içerken elin yanmaması için değişik hacim ve formlarda, dudak payı bırakılarak ağız kısımları fincanınkinden aşağıda olacak şekilde yapılırdı. Genellikle küçük boyutta olanlara “bülbül yuvası”, daha geniş ve derinlerine ise “kallavi” adı verilirdi. 1640 tarihli “Narh Defterleri”nde ki fincan listesinde “paşa fincanı”, “hatai” gibi değişik isimler de yer alır. Fincan ve zarfının her ikisinin de porselen olduğu örnekler dışında çok değişik malzeme kullanılıyordu. Altın, gümüş ve yaldızlı bakır gibi madenlerin yanı sıra, akik, yeşim, firuze, necef, kantaşı, yıldıztaşı ve lapis lazuli gibi değerli taşlardan ya da boynuz, bağa, fildişi, sedef, pelesenk, abanoz, kuka, sandalağacı, kiraz ve hindistan cevizi gibi organik maddelerden yapılan zarflarda çok değişik süsleme teknikleri uygulanmıştır. Bunların başlıcaları bakır üzerine altın yaldız (tombak), bakır, gümüş ve altın üzerine mine, savat, kabartma, oyma, kazıma, ajur ve telkâridir.

Details
Lot: 4 » Obje

OSMANLI 19.YÜZYIL SARAY İŞİ MÜZELİK ÇUBUK TAKIMI

19.Yüzyıl. Osmanlı. Saray işi. Sultani özelliklerde. Müstesna çubuk takımı Tophane işi lüle, Kayseriye çubuk ve imameden oluşmakta. Tophane işi lülesi “Dev Lüle” tabir edilen boyutlarda. Kırmızı lüleci çamurundan yapılmış, çanağı geniş, iri kabartma dilimli, floral süslemeli, yoğun ve zengin altın yaldız bezemeli. Kehribar imamesi (ağızlık) 3 parçadan müteşekkil. Yıldız taşı bilezikli. Göbeği 22 ayar altın üzerine üst seviye işçilikle pembe, kırmızı ve su yeşili renk mine ile tezyinli. Uzun “Kayseriye” çubuklu. 141 cm.’lik çubuğu en kıymetli ve makbul “Ortaköy Yasemini”nden, boğumlu ve sırma örgülü.

Osmanlı Sarayı’nda tütün özel bir merasimle bu tip çubuk takımları ile içilirdi. Bu düzeni çubukçubaşı / çubuk ağası emrindeki 10 çubukçu ve bir ateşçiyle “adab-ı mahsus” ile idare ederdi. Saraya en kıymetli çubuklar İstanbul Ortaköy’de bu iş için kurulan Yasemin Bahçeleri’nden çok meşakkatli ve uzun uğraşlar sonucu hazırlanır gelirdi. Osmanlı Sarayı Yüksek Erkânı’nın estetik ve zevk anlayışının en güzel örneklerinden olan müstesna eser fevkalade kondisyondadır. Benzer örnekleri müze koleksiyonlarında yer alan Osmanlı Tophane Sanatı’nın ele geçmez, yüksek kıymette müzelik şaheseridir.

Referans: Tophane Lüleciliği, 1963 / Hüseyin KOCABAŞ
Tophane Lüleciliği, 2007 / Prof. Dr. Erdinç BAKLA

Çubuk Uzunluğu: 141 cm.
İmame Ölçüleri: 14 x 3.5 cm.
Lüle Ölçüleri: 6.5 x 12 cm.

Tütün,1500 yıllarında Antiller’den İspanyol gemicileri vasıtasıyla İspanya’ya ve oradan Avrupa’ya yayılmıştır. Anadolu’ya ise Osmanlı İmparatorluğu zamanında (1605) Venedikli tüccarlar tarafından sokulmuş ve kullanılışı kısa bir zamanda yayılmıştır. Tütün bitkisi, kurutulmuş yaprakların yakılması ile ortaya çıkan dumanın içe çekilmesi veya tozlarının enfiye halinde buruna çekilmesi veya özel işlem görmüş yapraklarının çiğnenmesi suretiyle kullanılırdı. Osmanlı’nın tütüne olan ilgisi kuşkusuz döneminde tütün tabakaları, nargile, ağızlık ve lülelerin özel olarak Osmanlı zevkine uygun yeni formlar ve tasarımlarla üretilmesi ve kullanılması ile kendi sanatkârlarını, modasını ve sanat eserlerini yaratmıştır. Bu nesnenin lüle ve pipolarla içilmesi Türkün tükenmez el sanatlarına bir yenisini daha ilave ederek “Lülecilik Sanatı”nı ortaya çıkartmıştır. Tophane işi eserlerin en eskilerinin 18.Yüzyılın sonlarına doğru yapıldığını, en güzel örneklerini de 19.Yüzyılın sonlarına doğru verdiğini üzerlerine vurulan mühür ve imzalardan anlamaktayız. Tophane işi eserler yapım aşamasında kısaca lüleci çamuru tabir edilen süzülmüş ve dinlendirilmiş çamurdan el ile tornada imal edilir, kendi renginde bir astarla sıvanır, birçok teknikle nakışlanır ve mühürlenmiş olarak fırınlanırdı. Fırından sonra tekrar astarlanarak elde çuha parçaları ile ovunarak parlatılır ve altın varaklarla bezenir. Ve tekrar altın yaldızın pişeceği kadar az hararetli bir fırınlamadan sonra tekrar çuhalarla ovulur ve Arasta’nın satış dolabının raflarındaki yerini alırdı.

Details
Lot: 5 » Porselen

SAX MEISSEN 18.YÜZYIL KONT MARCOLINI DÖNEMİ “SARAY İŞİ” PORSELEN TAKIM

18.Yüzyıl. Kont Camillo Marcolini (1774-1815) dönemi, Meissen imalat damgalı. (Çifte Meç) Eserlerin damgası “Porselencilik Tarihi” kitabı sayfa 89’da mevcuttur. Osmanlı Sarayı için alışılmışın dışında, üst düzey sanat kalitesine sahip şekilde özel olarak tasarlanılarak imal edilmiş. Krokodil desenli 6 parçalık şaheser takım 1 kapaklı kallavi ebatlarda sahleplik, 1 kapaklı çift kulplu sunumluk, 2 kapaklı iri boy bonbonière ve 2 tabaktan oluşmakta. Yoğun altın bezemeli beyaz renk zeminleri krokodil desenli ve stilize floral motifli, realist çiçek toplulukları ile dolgulu madalyonlar ile bezeli, turkuaz su yolları ile çevrili. İç yüzeyleri aynı üslup ve zenginlikte çalışılmış floral kompozisyonlar ile tezyinli. Kapakları dalında realist limon ve çiçek tutamaklı. Fevkalade kondisyonda. Osmanlı'nın yüksek zevkini gözler önüne seren, benzer örnekleri müze koleksiyonlarında yer alan yüksek kıymette ele geçmez koleksiyonluk eserlerdir.

Referans: Porselencilik Tarihi, 1941 / Hüseyin KOCABAŞ

Tabak Ölçüsü: 24 cm. (her biri)
Bonbonière Ölçüsü: 14.5 x 14 cm. (her biri)
Sahleplik Ölçüsü: 18.5 x 14.5 cm.
Sunumluk Ölçüsü: 15 x 18.5 cm.

Alman aristokrat Kont Camillo Marcolini 1774-1815 yılları arasında Meissen porselen fabrikasının başına geçmiş ve Meissen Porselenleri’nin eski başarısına ve ününe kavuşmasını sağlamıştır. Özellikle Osmanlı zevkine uygun eserler üreten fabrikanın en önemli alıcıları yine Osmanlı Sarayı ve yakın çevresi ile Osmanlı zenginleri olmuştur. Fakat Napolyon Savaşları’nın patlak vermesiyle bu ihracat dönemi kısa sürmüştür. Sıraltı maviyle birbirine çapraz olarak geçen kılıçlar ve kabzaları arasına koyulan yıldız (Çifte Meç) Marcolini dönemini belirleyen damgalar olmuştur.

Details
Lot: 6 » Porselen

OSMANLI 19.YÜZYIL SULTAN II.ABDÜLHAMİD HAN DÖNEMİ “YILDIZ ÇİNİ FABRİKA-İ HÜMÂYÛNU” ÇİFT VAZO

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu”

19.Yüzyıl. Osmanlı. Ay-Yıldız imalat damgalı. Hicri 1312 / 14 tarihli. Çift. Sultan II.Abdülhamid Han (1876-1909) dönemi Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu özel üretimlerinden. Eserin damga örneği “Porselencilik Tarihi” kitabı sayfa 116’da mevcut olup diğer açıklamalar sayfa 63/69’da yer almaktadır. Sanatçısı tarafından üst düzey fırça kalitesinde çok renk realist peyzaj konulu resim çalışmalı. Yuvarlak düz dipli, yukarıya doğru genişleyen şişkin gövdeli, dar silindirik boyunlu, beyaz hamurlu, beyaz astarlı, şeffaf sırlı ve altın yaldız konturlü. Fevkalade kondisyonda. Benzer örnekleri müze koleksiyonlarında bulunan Türk Porselen Sanatı’nın ele geçmez koleksiyonluk şaheserlerinden.

Referans: Porselencilik Tarihi, 1941 / Hüseyin KOCABAŞ

Ölçüler: 26 x 14.5 cm. (her biri)

Türk çini sanatını canlandırmak, yeni bir yön ve hız vermek amacıyla Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tarafından 1891 yılında Yıldız Sarayı bahçesinde Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu kurulmuştur. Hemen üretime başlayan Fabrika, 1894 depreminde zarar görmüş, aynı yıl İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco’ya adeta yeniden yaptırılmıştır. Sultan II. Abdülhamid’in sanata olan ilgisi, Batı ülkelerini görüp yeni teknolojilerin ülkeye getirilme isteği, Anadolu'da yüzyıllar boyunca geliştirilmiş olan çini ve seramik sanatının yeniden canlandırılması düşüncesi, bu Fabrika’nın yapımında etkili olmuştur. Fabrika’nın kuruluşunda gerekli olan ileri teknoloji, her türlü malzeme ve kalıp, Fransa'daki Sèvres ve Limoges fabrikalarından getirilmiştir. Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’nda üretilen eserlerin tümünde, fabrika’nın orijinal amblemi olan ay-yıldız damgası yer almaktadır. Damganın hemen altında, eserin hangi yılda üretildiği yazılıdır. Hereke Fabrikası gibi bir imparatorluk fabrikası olan Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’nda üretilen porselenler, öncelikli olarak son dönem saray, köşk ve kasırların dekorasyonunda kullanılmış ve armağan olarak yabancı hanedanlara sunulmuştur. Fabrikada birçok yerli ve yabancı sanatçı çalışmıştır. Bu sanatçıların en önemlilerinden biri olan Halid Naci, padişah tarafından yetiştirilmek üzere Sèvres Porselen Fabrikası'na gönderilmiştir. Fabrikanın kurulduğu ilk yıllarda üretilen eserler, form ve bezeme açısından Fransız porselenlerinin etkisindedir. Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu’ndaki üretim, 1909 yılında, Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle durdurulmuştur. Bu dönemde Müze-i Hümâyûn Müdürlüğü'ne bağlanan fabrikanın yeniden üretime geçmesi için Müze-i Hümâyûn’un müdürü olan Osman Hamdi Bey girişimlerde bulunmuştur. 1910 yılında Osman Hamdi Bey'in ölümüyle Halil Edhem Bey, Yıldız Çini Fabrika-i Hümâyûnu'nu yeniden çalıştırma hazırlıklarına başlar ve 1911 yılında fabrikada yeniden üretime geçilir.

Details
Lot: 8 » Porselen

ÇİN 17.YÜZYIL MİNG HANEDANI “WANLİ DÖNEMİ” SARAY İŞİ BLEU-BLANC (KRAAK) PORSELEN ŞİŞE

Çin. 17.Yüzyıl başı. Ming Hanedanı, Wanli (1573-1619) dönemi. Osmanlı Sarayı için üretilmiş. Topkapı Sarayı Ehl-i Hiref Atölyeleri “Cemaat-i Kazganyân-ı Hâssa” sanatkarları tarafından eklenmiş kubbesel bronz vida kapaklı. Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’nda bu tip maden eklemeler yapılmış 187 adet porselen mevcuttur. Eserin benzer 3 örneği ise müze koleksiyonuna Envanter No 15/2102, Envanter No:15/2338 ve Envanter No:15/4199 ile kayıtlıdır. Geniş halka dipli, şişkin armudi gövdeli ve dar boyunlu. Beyaz hamurlu, beyaz astarlı, renksiz şeffaf sırlı, sıraltına kobalt mavi renkte dikine kartuşlar içerisinde stilize floral ve figüratif motifli. Fevkalade kondisyonda. Osmanlı'da her zaman güç ve zenginliğin göstergesi olmuş Çin porselenlerinin benzerleri Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan, saraya yapılmış yüksek kıymette müzelik örneğidir.

Referans: Porselencilik Tarihi, 1941 / Hüseyin KOCABAŞ

Ölçüler: 32.5 x 15 cm.

Batının porselen ile ilk tanışmasının 13. Yüzyılda Venedikli seyyah Makro Polo’nun seyahatnamesi ile olduğu bilinmektedir. Doğuda en eski devirlerde bile kullanılan Çin porselenlerini fağfuri tabiri ile bizim ülkemizde yüzyıllardır kıymetle aranan eşyaların arasında en başta görürüz. Buna en güzel örnek Topkapı Sarayı Çin Porselenleri Koleksiyonudur. Osmanlı Saraylarında ilk olarak Sultan II.Beyazıd zamanında Çin porselenlerinden bahsedilir. Sultan I.Selim’in İran ve Mısır seferlerinden birçok porseleni İstanbul’a getirdiği, bunların bazılarının üzerlerine yakutlar, zümrütler işletildiği, tombak ve gümüş aplikelerle zenginleştirildiği bilinmektedir. Özellikle Şah İsmail’in Sarayı’ndan getirilen ve üzerleri altın teller ile tutturularak zümrüt ve yakut işlenmiş beyaz Çin porselenleri nadir örneklerdendir. Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman Çin porselenlerine çok meraklı idi, hatta devlet erkânını Çin porselenleri kullanmaya teşvik ettiği gibi bunları hediye olarak da tercih ederdi. Osmanlı Sarayı’ndan özel olarak Çin’e defalarca kervanlar gönderildiği kayıtlarla sabittir. İstanbul’a uzak doğudan gelen her kervanın en kıymetli eşyasını fıçılar içine itina ile yerleştirilmiş Çin porselenleri teşkil ederdi. Bunlar İstanbul’da hatta İmparatorluk sınırları içindeki müşterilerin zevkine sunulur ve yüksek fiyatlarla satılırdı, bu eserlerin en iyi alıcısı kuşkusuz saraydı.

Details
Lot: 10 » Mobilya

OSMANLI 18.YÜZYIL SARAY İŞİ EDİRNEKARİ SANDIK

18.Yüzyıl başı. Osmanlı. Edirnekari. Saray işi. Sultani özelliklerde. Ihlamur ağacından üst düzey oyma işçiliği ile koyu Edirne yeşili tempura boya ve zengin altın yaldız kullanılarak dekore edilmiş. Ön ve yan yüzleri merkezde Edirnekari üslubunda kozalak şemseler ve stilize floral unsurlarla bezeli. Aykırı model üstten yarım kapaklı ve geniş hacimli. Doğaya karşı zayıf düşen ahşap eserlerin çoğu ne yazık ki günümüze kadar ulaşamamıştır, eser bu sebeple ayrıca önem ve kıymet arz etmektedir. Topkapı Sarayı’nın hemen her köşesinde tüm ihtişamıyla göze çarpan Edirnekari Sanatı’nın ele geçmez, müzelik eser statüsünde koleksiyonluk şaheseridir.

Ölçüler: 31 x 55 x 36 cm.

Osmanlı Ahşap işçiliği Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişip, kendine özgü bir karakteristik niteliğe bürünmüştür. Selçuklu ve Beylikler dönemi ağaç eserler genellikle mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlardan oluşan usta işi eserlerdir. Osmanlı dönemine gelindiğinde sadeleşen eserler sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, kayık, rahle, Kur'an muhafazası gibi gündelik kullanım eşyalarının yani sıra; pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, tavan göbeği, mihrap, minber ve sanduka gibi mimari yapıtlarda da uygulandığını görüyoruz. Ağaç işçiliğinde kullanılan malzemeler daha çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, ıhlamur ve gül ağacından oluşuyor. Koleksiyoncular tarafından en fazla ilginin gösterildiği ve değer olarak da en yüksek ivmeyi kazanan eserler ise Edirnekari ve Eser-i İstanbul/İstanbul işi olarak adlandırılan eserlerdir.

Edirnekari, 14.Yüzyıldan başlayarak Edirne’de ahşap üzerine oyma, yaldızlama ve boyama biçiminde yapılan süslemelerin genel adıdır.  Edirne’ye has manasında “Edirnekari” olarak adlandırılan ahşap işçiliği Türk Ahşap Sanatı’nda 16. Yüzyıldan itibaren Edirne gibi İstanbul’da da ahşap sanatçılarının uyguladığı bir tekniktir. Genelde çok renk bitkisel motifler kullanılarak lake tekniğinde ve tempura boya kullanılarak yapılan ve Türk geleneksel evlerinin ve saraylarının tavan süslemelerinde, kapı, dolap, sandık, kavukluk, rahle, cilt kapakları gibi dekorasyon elemanlarında uygulanmaktadır. Edirnekâri, 19.Yy’ın ortalarına kadar kullanıldı ve büyük ustalar yetişti. Barok tarzında ancak Osmanlı’ya özgü bir stilde yapılan oyma ve kakma işçiliği ile lake tekniğinin buluştuğu bu güzel eserler Topkapı Sarayı’nın hemen her köşesinde tüm ihtişamıyla göze çarpmaktadır.

Details
Lot: 11 » Gümüş

OSMANLI 19.YÜZYIL SULTAN II.ABDÜLHAMİD HAN TUĞRALI GÜMÜŞ “TRİPTİK” İKONA

19.Yüzyıl. Osmanlı. Sultan II.Abdülhamid Han (1876-1909) tuğralı, sah ve çeşnili. İstanbul işi, Ortodoks. Edirnekari üslubunda çok renk tempera boyalı çift kanat ahşap kasalı. Merkezinde “Meryem Ana ve Hz.İsa”, sağ panelde “St.Athanasius” ve “St.Micheal”, sol panelde ise “St. George” ve “St.Demetrius” tasvir edilmiş. Tasvirlerin üzeri zengin altın vermeyli tuğralı gümüş aplikelerle zenginleştirilmiş. Fevkalade kondisyonda. Yüksek kıymette ele geçmez müzelik şaheserdir.

Referans: Eserin damgası "Osmanlı Gümüş Damgaları / Garo Kürkman" kitabının 47.sayfasında yer almaktadır.

Yükseklik: 30 cm.
Kapalı Ölçü: 19 cm.
Açık Ölçü: 38 cm.

Evrensel olan; Hinduizm, Taoizm, Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâm gelenekleri arasında önemli farklılıklar vardır, ancak kendi içleri içerisinde sanatla aralarında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Tanrı kavramı imge, nesne ve binalarda (kilise, cami vs..) cisim bulur. İslam dininin soyut kutsallıklarından tamamen farklı olan Hristiyan dininin antropomorf efsaneleri ve tasarımları soyut tanrı düşüncesini ‘çarmıha gerilme heykelleri, ikonalar, haçlar, İsa resimleri’ gibi eserler ile bir gerçekliğe büründürür.

Din, asırlar boyunca iktidarın kalıcılaştırılmasının bir aracı olarak kullanılmıştır. Bu sebeple tarihsel olarak din yani kilise sanatın da en etkili patronu olmuş ve sanatın konusunu da asırlar boyunca kendi belirlemiştir. Dünya müzeleri ‘çarmıha gerilme, yeniden dirilme, Meryem Ana ve çocuk´ konularının düşünülebilecek her açıdan işlendiği İsa, Meryem ve aziz figürleriyle doludur. Bugün insanlığın en değerli sanat eserleri arasında saydığımız birçok eser (Michelangelo’nun Sistine Şapeli tavanı, Leonardo da Vinci´nin Son Akşam Yemeği tablosu vs..) kiliseye veya ona bağlılığını göstermek isteyen asil ve zenginler sayesindedir.

Sanatın dinle kesiştiği nokta anlaşılması zor, tanımlamaya, kurallara, doktrinlere direnen karakteridir. Din yaşama dair bir realite, sanat da bu realitenin irrealitesinin yansımasıdır.

Details
Lot: 13 » Askeri

OSMANLI SARAY İŞİ ALTIN KAKMA SULTANİ PİŞTOV

18./19.Yüzyıl. Osmanlı. Saray işi. Osmanlı Saray Yüksek Erkânı için Sultani özelliklerde imal edilmiş. Rumi üslubunda görülmemiş üst düzey zengin altın kakma işçiliğe sahip. Fevkalade kondisyonda, müzelik eser statüsünde nadir koleksiyonluk şaheserdir.

Mekanizma: Çakmaklı. Altın kakma ile Rumi üslubunda tezyinatlı.

Namlu: Çelik. Altın kakma ile Rumi üslubunda tezyinatlı, Selvi (Hayat ağacı), Ay-yıldız, hilaller ve pençler ile dekorlu.

Tetik siperi: Altın kakma ile Rumi üslubunda tezyinatlı.

Gövde: Ahşap. Afyon işi gümüş kakma ile Osmanlı Rokokosu üslubunda tezyinatlı. Aplike altın kakma Rumi motifli plakalar ile dekorlu.

Dipçik: Altın kakma ile Rumi üslubunda tezyinatlı. Topuz merkezinde münhani bir rozet bulunmakta.

Uzunluk: 44.5 cm.

Piştov, çakmaklı ya da zemberekli ateşleme düzeneği olan yuvarlak, iri kabza başlı, uzun namlulu tabancalara verilen isimdir. Lehçe-i Osmani’de “bel piştovu”, “cep piştovu”, “kubur piştovu”, “döner piştov”, “dokuz patlar” ..vs. gibi türleri olduğu bildirilir. Piştovlar beldeki silahlığa sokularak ya da at üstünde eyerin baş tarafına sağa ya da sola asılan deri kuburlarda taşınırdı. Osmanlı tabancaları, mekanizma bakımından Avrupa tabancalarıyla aynı gelişim göstermekle birlikte, yapı ve biçim olarak bu tabancalardan farklı özelliklere sahiptir. Osmanlı tabancalarının en eski örneklerinde, namlu ya da mekanizma üzerinde çeşitli yazılara rastlanır. Bu yazı ve ibareler kontrol damgaları, sahibinin adı, yapan usta adları ya da tarih biçiminde karşımıza çıkar. Kiminde nadiren padişah tuğraları ve Osmanlı Saltanat Armaları’na da tesadüf edilir. 19.Yüzyılda “Tüfenkhane-i Amire” adıyla İstanbul Tophane’de silah üretimine geçildiği bilinmektedir. Bu döneme ait silahlarda “Tüfenkhane-i Amire” damgasını görmek mümkündür. Osmanlı tabancalarındaki süslemeler genellikle bitkisel motiflerden oluşur. Süsleme tekniği olarak da kabartma, altın ya da gümüş kakma, telkâri ve Afyon işi gibi teknikler ağırlıklı olarak benimsenmiştir. Ayrıca bağa, mercan, akik gibi kıymetli taşlarda süslemede kullanılmıştır. Osmanlı tabancalarının her parçası ayrı ustanın elinden çıkmış olsa da üzerlerindeki süs ve motifler bir üslup bütünlüğünü gösterir.    

Details
Lot: 14 » Askeri

OSMANLI 18.YÜZYIL “SARAY İŞİ” ALTIN KAKMA (MERCANLI) ÇAKMAKLI TÜFEK

Osmanlı. 18.Yüzyıl. Saray işi. Sultani özelliklerde. Osmanlı Rokokosu üslubunda süslemelerle bezeli. Mekanizması çakmaklı, altın kakma tezyinatlı. Horoz tepeliği çift ejder (dragon) kafası formunda, mercan aplikeli. Gümüş bilezikli namlusu çelik, altın kakma tezyinatlı. Rokoko gümüş giydirme gövdesi görülmemiş zenginlikte mercan aplikeli, altın vermeyli. Dipçiği kumaş kaplı, orijinal çelik harbisi mevcut. Benzer örnekleri müze vitrinlerini süsleyen, yüksek kıymette ele geçmesi zor müzelik eserdir.

Uzunluk: 110 cm.

Askerliğe doğuştan yatkın olan Türklerde silah işlevselliğinin yanında estetiğiyle de ilgi konusudur. Osmanlı silahları biçimlerinin ve üstün niteliklerinin yanı sıra süslemeleriyle de sanat eseri niteliği taşır ve Osmanlı maden, tezhip, kuyumculuk, hat sanatlarının ortak ürünü niteliğindedir. Osmanlı Devleti, ateşli silahların ilk olarak geliştiği Orta Avrupa ve Balkanlara yakın olmanın ve hatta buraları erken zamanlarda fethetmenin ve diğer yandan bölgedeki madenlere sahip olmanın avantajını çok iyi bir şekilde değerlendirmiş ve neticesini almıştır. Osmanlı Devleti’nde ilk olarak tüfek imal edildiğine dair kayıtlar 1524-25 tarihlidir. Osmanlı devletinde top hariç ordunun ihtiyaç duyacağı hemen hemen her türlü savaş araç ve gereçleri “Cebeci Ocağı’nda imal edilip muhafaza edilirdi. Osmanlılar da tüfekler ve tabancalar, ateşleme mekanizmaları, nişangah sistemleri, kabza ve dipçik formlarıyla diğer ülke tüfek ve tabancalarından farklı özellikler gösterir. Osmanlı ateşli silahlarının süslenmesinde namlularda; altın, gümüş, yarı değerli taş kakma, dipçik ve kabzalarda ise kemik, bağa gümüş ve taş kakma kullanılmıştır. Şüphesiz küçük bir beylikten bir imparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en büyük faktörlerden birisi de kullanmış oldukları silahlar ve silah teknolojilerini iyi takip etmeleridir. Osmanlı silahlar konusunda kısa zamanda büyük gelişmelere meç atmış ve bu gelişmeleri kısa sürede dünyanın pek çok ülkesine ulaştırmıştır. 

Details
Lot: 15 » Efemera

Details
Lot: 16 » Cam

OSMANLI HIDİV ABBAS HİLMİ PAŞA İÇİN YAPILMIŞ AKUSTİK TOPLARI İLE BİRLİKTE ÇİFT CAM KANDİL

“Hıdiv Abbas Hilmi es-Sani”

Hicri 1328 tarihli. Sultan II.Abdülhamid Han tarafından 1893'te Mısır Hıdivi olarak atanan Hıdiv Abbas Hilmi Paşa için özel olarak yapılmış. Çift. Memluk stili. Akustik topları ile birlikte, askı kulplu, altın konturlu. Cam üzerine kırmızı ve mavi renk mine ile tezyin edilmiş, sülüs hattı ile yazılmış, yoğun altın ile bezenmiş, stilize floral motiflerle neticelendirilmiş. Akustik aparatları silme altın vermeyli.

Müstesna eserlerin madalyonlarına “Hıdiv Abbas Hilmi es-Sani”, kitabelerine ise “Şerefli Aziz Efendimiz II.Abbas Hilmi, Allah onun saltanatını devam ettirsin” ve “Hicri 1328” tarihi, bordürlerine ise “Nur Suresi, 35.Ayet” tatbik edilmiş. Mealen; “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde ışık bulunan kandil gibidir. O kandil bir fanus içindedir. O fanus inciden bir yıldız gibidir. Doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır, onun yağı neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilendir” yazmakta.

İslam dininde kandiller ilahi ışık sembolü olarak Allah’ın nuruyla eş değerde tutulmuştur. Soyut olan tanrının somut olarak ifade şekli olan kandiller, hem tanrının nuru olan kutsal ışığı yaymakta, hem de sahipleri için güç ve statü göstergesi olmaktadırlar. Kandillerin nur ve ışık ile ilgili oldukları ve tanrıyı sembolize ettikleri Kur’an-ı Kerim’in Nur Suresi 35. ayetine dayandırılır.

İslam Kültürü’nde simgesel anlam taşıyan kandillerin şahsa yapılmış nadir örnekleri arasında “Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde Envanter No:1032 ile kayıtlı “Cevkandar Seyfeddin İlmelek” için yapılmış kandil”, “Metropolitan Müzesi’nde Envanter No:580–1875 ile kayıtlı “Seyfeddin al-Nasiri” için yapılmış kandil”, Gulbenkian Müzesi’nde Envanter No:1033 ile kayıtlı “Amir Alin ibn Baktamur” için yapılmış kandil”, Victoria & Albert Museum’da Envanter No:322-1900 ile kayıtlı “Sultan Rukn al-Din Baybars” için yapılmış kandil”, “Victoria & Albert Museum’da Envanter No: 1056–1869 ile kayıtlı “Seyfeddin Aqbugha” için yapılmış kandil” ile British Museum’da Envanter No:OA+521-G.497 ile kayıtlı “Amir Shaykhu” için yapılmış cam kandilleri sayabiliriz. Dini ve tasavvufi açıdan önemli anlamları olan ve benzer örnekleri müze koleksiyonlarında yer alan müstesna eserler fevkalade kondisyondadır. Çift olmaları sebebi ile ayrıca önem arz eden, ele geçmez yüksek kıymette müzelik şaheserlerdir.

Müzayede Referans: Christie’s Müzayede Evi’nin Aralık 2000’de düzenlediği “Rothschild Koleksiyonu Müzayedesi”nde lot 13 olarak yer alan “Sultan Al-Nasır Muhammad” için yapılmış (bir adet) Memluk cam kandil 1.300.000 USD. fiyata satılmıştır.

Ölçüler: 34 x 24 cm. (her biri)
Askı Topu Ölçüleri: 17 x 9 cm. (her biri)

Details
Lot: 19 » Hat

HAFIZ OSMAN (1642-1698)

“Hilye-i Şerife”

Ketebeli. Hicri 1089 tarihli. Sertifikalı. Sülüs ve nesih hattı ile yazılmış. Klasik tezhipli, altın cetvelli, zerefşanlı. Baş makamında Besmele-i Şerif, göbek bölümünde 10 satır Hz.Muhammed‘in dış görünüşünü Hazret-i Ali‘den rivayetle anlatan metin, göbek bölümünün köşelerinde “Çihâr Yâr” isimleri (dört halife Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali), etek bölümünde ise 3 satır hilye metni ve ketebe yazılmıştır. Türk Hat Sanatı’nın en özel ve kıymetli eserleri olan Hilye-i Şerife’ler hem hattatı hem de müzehhibi için şeref duyma vesilesi, sahip olan için ise büyük zenginlik ve kıymettir. Tarihte levha halindeki ilk Hilye-i Şerife’nin Hafız Osman eliyle yazıldığı kabul edilmektedir. Türk Hat Sanatı’nın paha biçilmez müzelik bir başyapıtıdır.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:109

Ölçüler: 54 x 42 cm.

Hat sanatında Hz.Muhammed’in görünüşünü, hal ve hareketlerini anlatan tasarımsal metinler olan Hilye-i Şerife’lerin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri Hz.Muhammed’in "Ya Ali, hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek, beni görmek gibidir!" mealindeki hadistir. Hilye levhalarının yazılması ve bezenmesi sadece Osmanlı Türkleri’ne has olup diğer İslâm ülkelerinde bu tarz bir uygulamaya rastlanmaz. Hilye metninin ilk kısmının yer aldığı göbek güneşe benzetilir. Onu kuşatan hilâl formu, Hicret-i Nebeviyye’nin sembolü olan ve İslâm takviminde esas alınan ayı temsil eder. İnanışa göre Resûl-i Ekrem’in bu âlemi nuruyla aydınlattığı için güneş ve aya benzetildiğinden hilyenin göbek kısmında güneş, bunu çepeçevre saran bölümde ise hilâl şekli oluşturulmuştur. Hilyenin klasik kompozisyonda ilk kez hüsn-i hattın önde gelen isimlerinden Hafız Osman (1642-1698) eliyle levha şeklinde yazıldığı kabul edilmektedir. Önemli bir hususta, Hilye-i Şerife’lerin evlerde bulundurulması konusudur, bu geçmiş zaman İstanbul’unun dinî folklorunda göze çarpan bir özelliktir. Herhangi bir dini dayanağı olmasa da Hilye-i Şerife’lerin bulunduğu eve huzur, bereket, saadet getireceğine, orayı afetlerden, felaketlerden, yangından, salgın hastalıklardan ve musibetlerden koruyacağına inanılmıştır.

Details
Lot: 20 » Hat

KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ (1801-1876)

“Zerendut Levha”

Ketebeli. Hicri 1279 tarihli. Zerendut tekniğiyle tatbik edilmiş. Tezhipli, altın cetvelli. İstifli hat ile “Men lehü aklün Selimun yektadi bilmustafa / Aklı selim sahibi Muhammet Mustafa’ya tabi olur” yazmakta. Fevkalade kondisyonda. Yüksek kıymette ele geçmez gerçek koleksiyonluk eserdir.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:216

Ölçüler: 66 x 36 cm.

Kazasker Mustafa İzzed Efendi 1801’de Tosya’da doğdu. Babası Bostanoğulları ailesinden Seyyid Mustafa Ağa’dır. Kādiriyye tarikatının Rûmiyye kolunun pîri İsmâil Rûmî’nin torunlarından olan annesi, daha küçüklüğünde yetim kalan oğlunun istidadını sezerek onu tahsil için İstanbul’a gönderdi. Annesinin akrabası bir müderrisin yardımıyla Fatih’teki Başkurşunlu Medresesi’nde tahsiline başlayan Mustafa İzzet bu dönemde Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi’den dinî mûsiki dersleri aldı. II. Mahmud’un musâhiblerinden olan Kömürcüzâde padişahın, Bahçekapı’daki Hidâyet Camii’ne 22 Temmuz 1814 Cuma günü selâmlık merasimi için gelişinde talebesi Mustafa’ya evvelden meşkettiği bir na‘t-ı şerifi okuttu. II. Mahmud, henüz on üç yaşındaki bu çocuğun sesini ve tavrını beğenerek yanına çağırtıp takdirlerini bildirdi ve eğitimine itina gösterilmesini istedi. Doğrudan doğruya Enderûn-ı Hümâyun’a kabulü mümkün olmadığından Silâhdar Ahmedpaşazâde Ali Paşa’nın dairesinde yetiştirilmesine karar verildi. Burada gördüğü sıkı bir eğitimin yanı sıra hüsn-i hat ve mûsiki dersleri aldı. Üç yıl sonunda Ali Paşa’nın dairesinden Galata Sarayı’na nakledildi. Mustafa İzzet 1820’de Enderûn-ı Hümâyun’a kabul edildi. Sarayda Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi’den Şâkir Ağa’ya kadar devrin en büyük mûsiki üstatlarıyla beraber bulundu. Sermüezzinlik vazifesinin dışında sesi ve neyi ile huzur fasıllarına iştirak etti. Enderûn-ı Hümâyun’da Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’den ta‘lik hattını meşkedip icâzet aldı. Sarayda kayıt altına girmekten hoşlanmayan ve sanatkâr ruhu gitgide bunalan Mustafa İzzet, sûfiyâne bir ömür sürmeyi arzuladığından asker zâbitliği vazifesiyle saraydan ayrılmak istedi. Ancak kendisine olan teveccühü bilindiği için hiç kimse bunu padişaha arzetme cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Mustafa İzzet hacca gitmek için izin talep etti. 1831 yılında mürşidi Nakşibendî şeyhi Kayserili Ali Efendi ve hocası Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi ile beraber hac yolculuğuna çıktı. Haccı eda ettikten sonra Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Abdullah ed-Dihlevî’nin halifelerinden Şeyh Mehmed Can Efendi’den feyiz almak için bir müddet daha Mekke’de oturdu, yedi ay kadar da Mısır’da kaldı. İstanbul’a gelince Mahmud Paşa Hamamı civarında bir ev satın alarak saray çevresinden uzakta sûfiyâne bir hayat yaşamaya başladı. 1261 (1845) yılı başında bir cuma günü Eyüp Sultan Camii’ne giderek Mustafa İzzet’in hutbesini dinleyen Sultan Abdülmecid onu kendisine ikinci imam tayin etti. 1846’da Selânik, Mekke ve İstanbul pâyeleri, 1849’da önce Anadolu, aynı yıl padişahın birinci imamlığına getirildiğinde Rumeli kazaskerliği pâyeleri verildi. Ertesi yıl şehzadelerin yazı muallimliğine ve Veliaht Abdülaziz Efendi’nin müzakereciliğine tayin edildi. 1849’da hocası Yesârîzâde’nin vefatı üzerine onun Bebek’teki yalısını satın alarak burada ikamet etmeye başladı. 1853’te padişahın imamlığından ayrılan Mustafa İzzet aynı yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye âzalığına, 1857’de fiilen Rumeli kazaskerliğine getirildi. Müddeti dolduğunda ayrılmak suretiyle 1868’de dördüncü defa ve son olarak aynı vazifeye tayin edildi. 1860’ta kendisine reîsülulemâlık rütbesi tevcih edildi. Aynı yıl ayrıca nakîbüleşraflık makamına tayin olundu. Kazaskerlikten ayrıldığı devrelerde yeniden Meclis-i Vâlâ’ya ve iki defa Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’ya seçildi. Nesih hattıyla basıma uygun olarak yazdığı harflerin hakkâk Ohannes Mühendisyan tarafından 1866’da kalıpları hazırlanmış, harf inkılâbına kadar Osmanlı matbaacılığında bu harfler tercih edilmiştir.

Details
Lot: 22 » Gümüş

OSMANLI 19.YÜZYIL SARAY İŞİ “AMEL-İ AHMED ERZURUMİ” USTA DAMGALI ALTIN KAKMA SULTANİ KOL DİVİTİ

19.Yüzyıl. Osmanlı. Saray işi. Osmanlı Sarayı Yüksek Erkânı için Sultani özelliklerde yapılmış. Eski Türkçe “Amel-i Ahmed Erzurumi” usta imzalı. Altın kakma sanatının zirvesi. Cübbe kolunun içinde, yende taşınan kol diviti. Birbirine tesbit edilmiş mürekkep hokkası ve kalem muhafazasından (kalemdan) oluşmakta. Hokka kapağı menteşeli. Osmanlının yüksek zevkini gözler önüne seren zarif ve yoğun tezyinatlı, lale motifleri ile bezeli. Fevkalade kondisyonda. Emsaline rastlanılmamış estetik harikası, yüksek kıymette ele geçmez müzelik şaheserdir.

Uzunluk: 29 cm.
Ağırlık: 395 gr.

Divit, genellikle silindir biçimli bir kalemdan ile bir hokkadan oluşan yazı takımıdır. Kolay taşınması için kalemdan ve hokka birbirine bağlı olarak tasarlanmıştır. Hattatlar ve katipler divitlerini bellerine sardıkları kuşağın içinde taşırlar, kaymasın diye de “divit şiltesi” denen genelde deriden yapılan bir kılıf içine koyarlardı. Divitlerde hokka kalemdanın alt bölümüne dışarıdan bakıldığında görülmeyecek biçimli vidalı olarak yerleştirilir ya da üst bölümün kenarına perçinlenirdi. Divitler boy ve özelliklerine göre başlıca “hattat diviti”, “kâtip diviti” ve “kassam diviti” olarak üçe ayrılır. Birçok malzemeden yapılmış olan divitler mevcut olsa da abanoz, fildişi ve altından olanlarına son derece nadir tesadüf edilir. Divit sanatkarlarına “Devati” denilir. Divit yapımı hayli ustalık ve emek isteyen zor bir sanat dalıdır. Evliya Çelebi (1611-1682) divitçi esnafına ait dükkânların Beyazıt’ta kağıtçılar içinde bulunduğunu nakletmiştir. “Devati”ler / Divitçiler, Süleymaniye Camii avlu duvarı önünde boydan boya sıralanmış kırka yakın dükkânda ve bir kısmı da Üsküdar’da bugün Arakıyeci Hacı Cafer Mahallesi adını taşıyan yerde 1900 başlarına kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Details
Lot: 23 » Hat

MEHMED ZEKİ DEDE (1821-1881)

“Tercümetü’l-Mevâkib”

19.Yüzyıl. Osmanlı. Sultan Abdülmecid Han dönemi. Üsküdar Mevlevîhânesi Şeyhi “Mehmed Zeki Dede el-Mevlevi” ketebeli 3 cilt Kur’an tefsiri. Müstesna eserler “Kitapların velisi Mustafa Fazıl Paşa Kütüphanesi’nden” ibareli. Saray ciltli, üst seviye tezhipli, altın cetvelli, altın duraklı. Aharlı kâğıt üzerine is ve surh mürekkebi ile yazılmış. Fevkalade kondisyonda. Hiçbir müze ve koleksiyonda emsaline rastlanılmamış, Türk Hat Sanatı’nın zirve eserlerinden, yüksek kıymette ele geçmez müzelik şaheserlerdir.

Provenans: Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu (Prens) Mustafa Fazıl Paşa Koleksiyonu

Mustafa Fazıl Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nda Vezirlik, Tanzimat Meclisi Üyeliği, Maliye Nazırlığı ve Maarif Nazırlığı yapmıştır. Jön Türkler’in hamisi ve başkanıdır.

Referans: Türk Hattatları, Şevket RADO / Sayfa:226

Ölçüler: 32.5 x 20.5 cm. (her biri)

Mehmet Zeki Dede, 1821’de Bursa’da doğdu. Cami imamlığında, Mahkeme-i Şer’iye Katipliğinde bulundu. Bu arada Bursa Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Dede’ye intişap edip çilesini de çıkararak Mevlevi dedesi oldu. Hat sanatına da ilgi duyan üstad Türkiye’de yaşayan İranlı hattat Sahib-kalem-i Efşar’dan talik hattını meşketti, birçok kitap ve levha yazdı. Başta Mesnevi olmak üzere birçok eser yazdı ve okudu. Fetvehanede de Talik muallimi idi.  Sadrazam Yusuf Kamil Paşa’nın kütüphanesinde memur oldu. 1874’te Üsküdar Mevlevihanesi’ne şeyh olarak tayin edildi. Üsküdar Mevlevihanesi şeyhliğinde yedi sene hizmette bulunan Zeki Dede 1881’de vefat etti.

Mevlevilik büyük ve ünlü Sufi tarikatlarından biridir. Adını kurucusu Sultan Veled'in babası ve tarikatın ilkelerini oluşturan Mevlâna Celaleddin Rumi'den alır. Hâsılı Mevlânâ’nın tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamıyla sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak suretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta hudutsuz bir sevgi, insani bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kâmile uymak suretiyle ıslahı ve umumî olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insani bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede ameli karaktere sahip olan bir tasavvuftur.

Details
previous
Go to Page: / 13
next